The Last Of Us: Part II Bana Şunları Hatırlattı
- Efe Müderrisoğlu

- 5 May
- 4 dakikada okunur
"The Last of Us: Part II Remastered'ı 40 saate yakın oynadım. Hikaye modundan sonra No Return'e de göz attım ve birçok şeyi fark ettim."
Öncelikle bu büyük kapsamlı inceleme yazısı değil, bir tespit yazısı. Son 1 yıldır yoğun üniversite tempomun yanında oyunlara da oldukça vakit ayırıyorum, yaklaşık 20 oyunu 2 saatten fazla deneyimledim. Bitirdiğim oyun sayısı ise 3. Evet sadece 3.
Sorun Bende Mi?
Kendimi sorguluyordum, "Artık oyunları sevmiyor muyum yoksa?" diye kendime sorup duruyordum. Oysa ki kendimi bildim bileli oyunlarla içli dışlıyım. Yaratılan dünyaları ve onların içinde olmayı severdim küçüklüğümden beri. Call of Duty ve Battlefield gibi savaş oyunlarından Mass Effect 1 gibi o yaştaki Efe'nin anlayamadığı RPG'lere kadar bir sürü oyun deneyimlemiş biri olarak artık oyunları sevmiyor olabilir miydim?
Kafamda bu sorular dolanırken kendi kendime o güne kadar yaşadığım en yoğun oyun deneyimi olan The Last of Us: Part I'i hatırlatıp o duyguları yaşayıp yaşayamayacağımı merak ettim. Ve hemen cevabı vereyim. Sorun bende değilmiş. Sorun oyunlardaymış. Bunu tüm hikayesini çıktığından beri bilmeme rağmen tek oturuşta 8 saat The Last of Us: Part II oynadıktan sonra fark ettim.

The Last of Us: Part II Remastered'ı 40 saate yakın oynadım. Hikaye modundan sonra No Return'e de göz attım ve birçok şeyi fark ettim.
Oyunları neden oynadığımızı, neden tasarladığımızı unuttuğumuzu düşünüyorum. Tenzih ettiğim bazı stüdyo ve yönetmenler olsa dahi oyun sektörünün devasa hale gelmesiyle birlikte tutku projeleri azalıp rant projeleri arttı.
Geriye dönüp The Last of Us: Part I'i ilk oynadığım anları düşünüyorum. Hiç tanımadığım bir babanın ani kaybıyla sarsılıp onunla beraber o sert post-apocalyptic dünyada hayatta kalmaya çalışıyordum. Gerçekten Joel'un ne hissettiğini önemseyip beraber yol yürüyordum. Son bölümde ise aynı onun gibi Ellie'yi kurtarmak için tereddüt bile etmemiştim. Bir kere içimden, "Ellie insanlık için feda edilmeli." dememiş hatta sanki süre sınırım varmış gibi onu kurtarmak için hızlı hızlı ilerleyip tüm hastaneyi temizlemiştim.

Bunları düşünürken anladım. Neden oyun oynadığımızı unutmaya başladığımızı. Metro: Exodus oynayıp bitirip hemen üstüne The Last of Us: Part II oynadıktan sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, hala oyunları çok seviyorum. Bana hissettirdiklerini, çıkardıkları yolculukları, yüzümde oluşturduğu gülüşleri ve gözümden akıttıkları göz yaşlarını... Durup ekrana bakakalmayı özlemişim aslında. Hayatımda hiç olmayacağım yerlerde, hiç tanımayacağım insanları önemsemeyi özlemişim.
Açılan kasalar, yapılan micro-transactionlar belki de oyun dünyasının şu anki gerçeği ve belki de devamlılığının 'en önemli' yapıtaşları olabilir ama oyunları neden oynadığımızı unutmak yapabileceğimiz en büyük hata olur.
The Last of Us: Part II Nasıl Olmuş?
Oyunun yönetmeni Neil Druckmann'ın her kararında arkasında olmasam da en çok tartışma yaratan Joel kararında arkasındayım. Bu oyunla alakalı en sevdiğim yönlerden biri de bu belki de. Oldukça cesur ve hikayenin devamlılığı açısından ateşleyici bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Druckmann, bu etkiyi başka bir karakter üzerinden sağlayamayacağının farkında olacak ki bu kadar tartışmalı bir karara imza atmış. Arkandayım Neil ağabey! Böyle cesur hamleleri oldum olası sevmişimdir.
Tempo açısında bazı sıkıntılar vardı tabiiki de. Kimi zaman 8 saat oturup kalkmadan oynayıp kimi zaman 1 saat sonra uykum geldiği için bırakmışlığım oldu. Oyunu oynadıysanız tahmin edeceğiniz üzere bu bölümler genelde Abby'nin kontrolüne ilk geçtiğimiz zamanlardı. 13 - 14 saat civarında Ellie'yi kuşandırmış biri olarak bir anda Abby ile sıfırdan başlamak açıkçası biraz tadımı kaçırdı. Ama burada çok akıllı bir seçim var: Abby ve Ellie çok farklı karakterler. Ellie ile daha kırılgan oynanış döngülerinin içindeyiz. Cılız karakterimizi kontrol ederken olabildiğince çıplak yumruk kavgalarından kaçmamız gerekiyor, aklımızı kullanıp stratejik hamlelerle onları alt etmemiz gerekiyordu. Aynı döngüye Abby ile tüm ilerlemelerimi kaybetmiş şekilde girseydim çok bıkardım, bundan eminim. Ancak bunun yerine Abby bir nevi Joel'un yerine geçmiş bir oynanış stiline sahip. Bu da aslında tekrardan karakterinizi geliştirdiğiniz aşamada bir yandan oynanış stiline de alışmanız demek. Ki bu da o sıkıcı tekrardan güçlenme aşamasını daha çekilir kılıyor. Abby sekanslarının sonunda Ellie'ye döndüğümde ise açıkçası biraz Abby oynanışını özledim. O vurdu mu oturtan sert darbelerden, çizik bile attığından emin olmadığım bıçak darbelerine geçiş biraz tatsız oldu benim için ama tabii ki bunu bir eksi olarak sayamam çünkü bu benim oynanış stilimle alakalı bir şey.

Yapay zekayı sevdim. Çoğu zaman gerçekten beni zorladılar (köpeklerden nefret etmeye başladım bu oyun yüzünden). Gizliliği batırıp çatışmaya girdiğimde o ilk an çok kez kendime kızıp "Yine mi ya?" oldum. Vuruş hissiyatı inanılmaz. Bu oyundan sonra girdiğiniz herhangi bir oyun sizi tatmin etmeyecektir. Çünkü bu oyundaki silahlar gerçekten silah. Vurduğunuz insanlarsa gerçek insanlar. Kopan uzuvları, gözlerini yummadan önceki son çırpınışları, adları, onlar için korkup üzülen ve bağırıp çağırışan arkadaşları... Vurduğunuz her NPC'nin aslında non-player character (NPC) değil de gerçek biri olduğu ilüzyonuna oyun gerçekten güzel inandırıyor sizi. O yüzden The Last of Us. Part II'den sonra biraz spor oyunu veya en azından çatışmadan uzak olduğunuz birkaç oyun yararınıza olacaktır.

Kapanış
The Last of Us: Part I oynadığımdan beri oyun geliştirmek istiyorum. Yaşadığım hisleri hissettirmek, hiç anlatılmamış hikayeleri anlatmak istiyorum. Çocukken oynadığım oyunların kalbime dokunduğu gibi çocukların kalbine dokunmak istiyorum. Bu isteğimi kaybettiğimden korkarken The Last of Us: Part II ilaç gibi geldi, tüm hepsini hatırlattı.
Teşekkürler Neil Druckmann!






























Yorumlar